Yargı Yolu
YARGI YOLU*
Ülkemizde ihtilafların niteliğine ve taraflara göre yargı türleri adli yargı, idari yarı ve anayasa yargısı olarak üç çeşittir. Çalışma konumuzu ilgilendiren yargı çeşidi ise idari yargıdır.
Davanın tarafları sadece gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri olmaz. Belki de yargıda taraf olarak en fazla davacı veya davalı olarak gösterilen tüzel kişiler kamu hukuku tüzel kişileridir.
Gerçek ya da özel tüzel kişilerin aralarındaki ihtilafların adli yargı içerisinde çözüme kavuşacağı hususunda bir sorun yoktur. Ancak davada taraflardan birinin kamu tüzel kişisi olması, ihtilafın söz konusu kamu tüzel kişisinin görev alanında kalan bir husustan kaynaklanması veya verilen kararın icrası sırasında gerçek ya da özel tüzel kişilerin zarar görmeleri hallerinde söz konusu ihtilafın aynı yargı yani adli yargıda mı yoksa bu davalara özgü idari yargıda mı çözülmesi gerektiği hususunda seçime göre eğer tüm ihtilafların tek yargı içerisinde çözümü tercih edilmiş ve kabul edilmiş ise orada yargı birliğinin varlığından; yok eğer idari yargı kolu tercih ve kabul edilmiş ise orada idari rejiminin-idari yargı- varlığı söz konusudur.
Bazı ülkeler adli ya da idari yargı ayrımını (idari yargı-idari rejim) kabul etmiş iken (Ülkemiz, Kara Avrupası Ülkeleri gibi) bazı ülkelerde ise ihtilaf veya tarafların niteliğine bakılmaksızın tüm davaların aynı yargı içerisinde çözümü olan yargı birliğini -adli yargı, tek yargı, tek hukuk- kabul edilmiştir. (örneğin Kıta Avrupası, ABD gibi)
Yargı birliği veya idari rejimin kendi içerisinde diğerine nazaran olumlu ve olumsuz yanları bulunmakla birlikte bunun tamamen siyasi bir tercih olduğu söylenebilir. İki sitemin arasındaki en önemli fark yargı birliğinin kabul edildiği sitemde tüm davalar genel mahkemelerce çözümlenirken, idari rejimin kabul edildiği sistemde idari davalar idari yargı, idari davalar dışındaki diğer davalar ise adli yargı kolundaki görevli mahkemelerce çözümlenmektedir.
Ülkemizde yargı ayrılığı-yargı rejimi söz konusudur ve yargı çeşitleri (kolları) arasındaki ilişkiye yargı yolu denir.
Bu nedenle, medenî yargıda hukuk mahkemesi ile idarî yargıdaki idare mahkemesi arasındaki ilişki, bir yargı yolu ilişkisidir.
Yargı kollarından birisi adli yargı iken diğeri ise idari yargıdır. Genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Adli yargının görev ve yetki alanı 6100 sayılı HMK’da düzenlenmiş olup bu alan dışında kalan ve taraflardan birinin mutlaka idare dediğimiz devlet kurumu olduğu idarenin eylem ve işlemlerinden doğan ihtilaflar ise adli yargının değil idari yargının görev ve yetki alanına girmektedir. İdari yargının görev ve yetki alanı ise 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda düzenlenmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesinde, adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. Yani yasanın açıkça adli yargıyı görevli saydığı haller idari yargının görev kapsamı dışında kalmakta olup, bu gibi durumlarda, dava konusu işlemin niteliğine bakılmaksızın davanın adli yargıda görülmesi gerekir.
Hangi davanın adli yargı hangi davanın idari yargı alanına girdiğinin tespiti her zaman kolay olmamakta konunun halli yargı kararları ile sağlanabilmektedir.
Adli yargı koluna dahil hukuk mahkemeleri arasında görev ilişkisi söz konusu iken adli yargı kolu dışında idari yargı alanına giren mahkemeler arasında ise görev ilişkisi değil yargı yolu ilişkisi söz konusudur.
Her iki yargı kolu işleyiş ve görev alanları bakımından ayrı disiplinlere tabi olduklarından aralarındaki ilişkinin sıradan bir görev ilişkisi olmadığı 6100 sayılı Kanun’un 20. maddesinde adli yargı koluna tabi hukuk mahkemeleri arasındaki ilişkiyi baz almış iken idari yargıda da buna paralel olarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-a maddesinde, adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği açıkça hükme bağlanmıştır.
İki düzenlemeden de anlaşılacağı gibi yargı kolu farklı olması halinde mahkemelerce görevsizlik kararı değil adli yargı idari yargının yargı koluna giren bir dava ile ilgili olarak HMK’nın 114 ve 20. maddeleri gereği yargı yolu dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine; idari yargı adli yargının yargı koluna giren bir dava ile ilgili olarak 2577 sayılı İYUK’nun 15. maddesi gereği davanın reddine karar verecektir.
Yargı yolu bakımından idari yargının görev alanının tespiti her zaman kolay değildir. Yargı kollarının birbirlerinin alanlarına girmelerinin önüne geçmek amacıyla yargı yolu uyuşmazlıklarını karara bağlamak için Uyuşmazlık Mahkemesi kurulmuştur. Uyuşmazlık Mahkemesi, adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir. Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır. (Any. md. 158)
Yargı yolu uyuşmazlığı iki türlü olabilir. Birincisi olumlu yargı yolu uyuşmazlığı diğeri ise olumsuz yargı yolu uyuşmazlığıdır.
Olumlu görev uyuşmazlığında davanın konusu, tarafları ve sebebi aynı olan adli ve idari yargıda görülen iki davada her iki yargının davayı görmekte kendilerini görevli kabul etmeleri; olumsuz görev uyuşmazlığında ise aksine her iki yargının kendilerini görevsiz görüp yargı yolundan davanın usulden reddi/davanın reddi şeklinde karar vermeleri durumudur.
Anayasal bir ilke olan Hukuk Devleti İlkesi, tarafları ve konusu ne olursa olsun, dava konusu haline getirilmiş olan herhangi bir uyuşmazlığın, her halükarda, yargı yollarından birinin görev alanı içerisinde olacağının kabulünü zorunlu kılar. Başka bir ifadeyle, Hukuk Devletinde, ona bakmakla görevli bulunan bir mahkemenin bulunmayacağı hiçbir dava düşünülemez; ortada bir dava varsa, onu görmekle görevli bir mahkemenin de bulunması, Hukuk Devleti ilkesinin zorunlu gereğidir.
Yargı yolu uyuşmazlığı konusunda yargı kolunun belirlenmesi için, ya davanın taraflarınca talepte bulunulması ya da mahkemenin uyuşmazlık mahkemesine başvurusu suretiyle gerçekleşebilecektir.
Bilindiği gibi yargı yolu dava şartıdır ve mahkemelerce resen göz önünde bulundurulur. Bundan hareketle adli veya idari yargıda görülmekte olan bir davanın yargılaması sırasında mahkeme resen olumlu veya olumsuz yargı yolu uyuşmazlığını tespit ederek uyuşmazlık mahkemesine başvurabilir.
Örneğin, adli yargı mahkemesi daha önce aynı taraflar arasında aynı sebep ve aynı konuda açılan dava nedeniyle idari yargıda davanın yargı yolu nedeniyle reddine karar verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş bulunmasına rağmen davanın idari yargı kolunda olduğu kanaatine varmış ise bu konuda gerekçeli karar yazarak ve önceki idari yargıca verilen yargı yolu yokluğuna dair dava dosyasının bir örneğini de ekleyerek görevli merciin belirlenmesi için uyuşmazlık mahkemesine başvurabilir. Bu durumda mahkeme elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.
ADLİ YARGI ÖNÜNE GELEN BİR İHTİLAFIN İDARİ YARGI KOLUNA AİT OLDUĞUNDAN BAHİSLE YARGI YOLU DAVA ŞARTI YOKLUĞUNDAN USULDEN REDDİ BAŞKA BİR DEYİŞLE DAVANIN İDARİ YARGI KOLUNA GİRMESİ İÇİN GEREKLİ ASGARİ ŞARTLAR:
1. Öncelikle davanın taraflarından birisinin mutlaka devlet veya kamu tüzel kişisi olması gerekir.
Davanın taraflarından her hangi biri kamu hukuku tüzel kişisi değil ise artık davanın idari yargı görev alanına girmesi mümkün değildir.
Bilindiği üzere kişiler gerçek ve tüzel kişiler olmak üzere iki çeşittir. Tüzel kişilerde özel hukuk tüzel kişisi ve kamu hukuk tüzel kişisi olmak üzere iki çeşittir.
Kamu tüzel kişisi; kamu idaresi tarafından kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kamu otoritesi sahibi olarak kurulan, amacı kamu hizmetinin daha iyi gerçekleşmesini sağlamak olan, işlem ve eylemlerini kamu hukukuna göre gerçekleştiren tüzel kişilerdir.
Anayasamızın 123. maddesi gereği; Kamu tüzel kişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur.
Kanaatimce kamu tüzel kişiliğinin tespitinde en önemli kıstas tüzel kişiliğe kamu tüzelkişiliği sıfatının bir kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle verilmiş olmasıdır. Düzenleme uyarınca kamu hukuk tüzel kişiliği ancak ve ancak kanun ya da cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur ve aynı şekilde sona erer. Sona ermesi halinde de bu tüzel kişiliği sona eren kamu tüzel kişisi ile ilgili davalara onun halefi olan kamu tüzel kişisi tarafından devam edilir.
Devlet, kamu hizmetlerini daha iyi gerçekleştirebilmek amacıyla tüzel kişiler kurmakta ve hizmetleri onlar eli ile yürütebilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulan kamu tüzel kişiliğine haiz kurumlara örnek olarak Dijital Dönüşüm Ofisi, Finans Ofisi, İnsan Kaynakları Ofisi ve Yatırım Ofisi gösterilebilir.
Anayasa ile kurulan kamu hukuku tüzel kişilerine; belediye, köy, (Madde 127), Yükseköğretim kurumları (Madde 130), Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (Madde 133), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu (Madde 134), Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları-barolar, mühendisler odası vb (Madde 135) gösterilebilir.
Kanun ile kurulan kamu hukuk tüzel kişiliklerine ise, Türkiye Adalet Akademisi, Tübitak, Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü, Sermaye Piyasası Kurulu, Türk Standartları Enstitüsü, vb gösterilebilir.
Tüzel kişinin kamu hukuku tüzel kişisi olup olmadığının tespiti; o tüzel kişiliğin bir kuruluş kanunu veya cumhurbaşkanlığı kararnamesi olup olmadığına göre değerlendirilir.
Eğer kuruluş kanununa veya Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine istinaden ve kamu hukuk tüzel kişiliği niteliği tanınarak kurulmuş ise artık muhatabımızın kamu hukuku tüzel kişisi olduğu netlik kazanmış olacaktır. İşte bu surette kamu hukuku tüzel kişisinin varlığını tespit ederek aşağıdaki diğer unsurların tespitine geçmemiz gerekecektir.
2. İdari bir işlemin varlığı, idari eylem veya işlemden dolayı gerçek veya tüzel kişilerin kişisel haklarının zarar görmesi gerekir.
Bir davanın idari yargının alanında kaldığına kanaat getirilebilmesi için devlet veya kamu hukuk tüzel kişisi tarafından idare hukuku esaslarına göre gerçekleştirilen bir idari eylem ya da işlemin bulunması gerekir.
İdari işlem; idarenin, hukuk aleminde değişiklik, yenilik doğuran irade açıklaması olup; bir tasarruf veya kararın idari işlem sayılabilmesi için, idari makamca verilmiş olması ve idarenin, idare hukuku alanında gördüğü idari faaliyete ilişkin olması gerekmektedir.
İdari makamların, idari faaliyetin görülmesi sırasında kullandıkları kamu gücü ise, söz konusu makamlara, bireyler ile girdikleri ilişkilerde, onların iradesinden bağımsız bir şekilde, hatta karşıt iradelerine rağmen, tek yanlı olarak hukuki sonuçlar ve etkiler yaratabilecek işlemler yapabilme yetki ve yeteneği tanıdığından, kamu gücünün kullanılmasından doğan uyuşmazlıkların idari yargı yerinde görülmesi gerektiği açıktır.
İdari eylem; idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
İdarenin temel amacı kamu hizmetinin gerçekleştirilmesi olup bunu ancak görevlileri vasıtasıyla ve idari eylem ya da işlemlerle gerçekleştirebilmektedir.
İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan doğruya ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur.
Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur.
Örneğin, devlet hastanesinde görevli hemşirenin hastanede yaptığı yanlış iğne nedeniyle hastaya verdiği zarar bir idari eylem iken aynı hemşirenin hastanenin cafesinde çay içerken orada bulunan bir hasta ile masa nedeniyle yaptığı tartışmada hakaret etmesi veya hastane dışında mahallesindeki hasta birisine yaptığı iğneden dolayı zarar görmesinde artık devletin bir kusurundan bahsedilemez.
Birinci ihtimalde hemşire devlet hastanesinde devlet memurudur ve hastaya iğne yapmak kumu görevi ve hizmeti içerisinde olup bunu yaparken yanlış yapması nedeniyle zarar görenin zararlarından dolayı açılacak tam yargı davası idareye karşı ve idare mahkemesinde açılacaktır. İkinci ihtimalde hemşirenin görevi ile ilgili olmayan tamamen özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışından kaynaklanan -hizmetten ayrılabilen - bir kusur söz konusudur ve hizmet kusurundan bahsedilemez. Son ihtimalde zarar veren aynı kişidir, bu kişi hemşire olmasına ve iğne yapmasına rağmen iğne işlemini hastane dışında görevi dışında gerçekleştirmiştir ve tamamen kendi şahsi kusuru ile zarar verdiğinden hemşireye karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davasında yargı yeri adli yargıdır.
Örneklerden anlaşılacağı üzere kamu görevlisinin görevini yerine getirirken verdiği tüm zarar hizmet kusuru kapsamındadır ve artık bu kusurun şahsi kusurundan ayrılıp ayrılmadığından bahsedilemez. Zarar ile görevlinin kusurlu davranışı arasında nedensellik bağı olup olmadığı ve diğer idari dava şartlarının varlığı veya yokluğu idari yargılama mevzuatına göre idari yargı tarafından tespit ve çözümlenir. Kamu görevlisinin kamu hizmeti ile ilgisi olmadan başkalarına verdiği zararlar ise kişisel kusuru olarak değerlendirilecektir.
Kamu görevlisinin kusurunun hizmet kusuru mu yoksa şahsi kusuru mu olduğu ayrımı yargı yolu ve husumetin belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır.
Anayasanın 125. maddesi gereği idarenin bütün eylem ve işlemleri yargı yoluna tabii olup Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine dava açılabilir.
Memur ya da kamu görevlisinin görevini yaparken yetkilerini kullanmasından dolayı meydana gelecek zararlardan ancak idare aleyhine idari dava açılabilmesinin temel amacı memur veya kamu görevlisinin dava baskısı altında olmadan çalışabilmesidir.
Bu güvencenin temel sebebi kamu hizmetlerinin kesintisiz ve sağlıklı yürümesini sağlamaktır. Kamu görevlilerinin kamu hizmetini yerine getirirken hizmetle alakalı verdikleri zarardan dolayı ancak görevlinin bağlı olduğu idare aleyhine idari yargıdan dava açılabilirken ve idari davada hasım olarak zarar veren kamu görevlisi gösterilmezken, kamu görevlisinin hizmetle ilgisi olmayan tamamen şahsi kisiri ile verdiği zararlardan dolayı zarar veren kamu görevlisi aleyhine adli yargıda dava açılabilecektir. İdari yargıda ikame edilen davada idare dava sonunda görevlinin kusurlu olduğu ve sorumluluğuna karar verilmesi durumunda zarar eren görevliye rücu eder.
Aynı dava dilekçesiyle hem adli hem de idari yargı yerinin görev alanına giren istemler de söz konusu olabilmektedir.
Örneğin davacı şirket tarafından faturalarına yansıtılan kayıp kaçak bedellerinin iadesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlem ile kayıp kaçak bedeline dayanak teşkil ettiği ileri sürülen Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararlarının iptali isteminde davacının ilk talebi adli yargı ikinci talebi ise idari yargının görev alanına giren bir istemdir.
Davacının birden fazla talebinin bir kısmının adli yargı bir kısmının idari yargı alanında olması durumunda adli yargıda idari yargı alanına giren talebin tefriki ve ayrı bir esasa kaydedilerek yargı yolu yönünden davanın usulden reddine karar verilirken idari yargıda böyle bir durumun varlığında yani aynı dilekçeyle hem adli yargının hem de idari yargı yerlerinin görev alanına giren bir istemde bulunulduğu anlaşıldığında 2577 sayılı Kanun'un 5. maddesine uygun bulunmadığından 15. madde uyarınca dilekçenin reddine karar verilmektedir.
Ancak her idari eylem ya da işlemle ilgili olarak çıkan ihtilafın idari yargıda görüm ve çözümü söz konusu değildir. Yasa koyucu tercihini ne yönde kullanmış ise o yargı kolu görevlidir.
Örneğin tapu sicil kaydının tutulmasından doğan tazminat davası, 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinde yapılan değişiklik sonucu karayollarında meydana gelen her türlü tazminat davalarının adli yargıda görülmesi, TMK’nın 713. maddesi gereği hazine ve ilgili kamu tüzel kişisine karşı açılıp görülmesi gereken tapusuz taşınmazın tescili davası idarenin eylem ve işlemlerine dayanmasına rağmen yasa koyucunun açık tercihi nedeniyle adli yargıda görülmektedir.
*Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Bulut - Adli Yargıda Dava Şartları, Seçkin Yayınları
Harun Bulut - Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınları