0212 572 50 53 - hbulut66@icloud.com

Boşanmanın Eki Maddi Ve Manevi Tazminat Nedir, Boşanmadan İstenmeyen Tazminatlar Daha Sonra İstenebilir Mi, Miktarı Nasıl Hesaplanır?


BOŞANMANIN EKİ NİTELİĞİNDEKİ MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEP VEYA DAVALARI* GENEL OLARAK: Boşanmakla taraflar evlilik birliği sırasında sahip oldukları birtakım hak ve yetkileri doğal olarak yitirmektedirler. İster başarısızlık isterse kusurlu davranışlardan dolayı sona ersin evlenmekle bir sözleşme imzalayan eşlerin bu sözleşme gereklerinin yerine getirilmemesi veya getirilememesinden doğan kayıpları söz konusu olmaktadır. İşte bir nevi sözleşmenin ihlalinden kaynaklanan fakat özel olarak boşanmadan doğan maddi ve manevi tazminat taleplerinin özel olarak düzenlemesi uygun görülmüştür.
Talep ve davalar incelendiğinde görüleceği üzere genel sözleşmeye aykırılıktan doğan maddi ve manevi tazminat davalarından ayrık durumlar söz konusu olmaktadır. 1- MADDİ TAZMİNAT TALEP VE DAVASI:
Boşanmakla eşler evlilik birliğinde kazanmış oldukları veya gelecekte beklenen menfaatleri kaybetmektedirler. Boşanma olmasaydı mevcut olan veya gelecekte beklenen menfaatlerin elde edilmesi imkanı ortadan kalktığından bu menfaatlerin hak sahibi eşe ödenmesi gerekecektir. Boşanma halinde talep sahibi eşin maddi tazminata hak kazanabilmesi için birtakım unsurların varlığı şarttır. Başka bir değimle her boşanma kararı maddi tazminata hükmedilmesini gerektirmez.

Bu şartlar: 1- Maddi tazminat istemi boşanmanın eki niteliğinde olduğundan boşanma kararının verilmiş olması gerekir. Boşanma davasının reddi veya ayrılık kararı verilmesi hallerinde ise maddi tazminata hükmedilemez.
2- TMK’nın 174. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi tazminatlar boşanmanın eki (fer’i) niteliğinde olmakla birlikte boşanma davası içerisinde istenecekse mutlaka dilekçe teatileri safhasında yazılı olarak talep edilmesi gerekir.
3- Maddi tazminat talep eden eşin diğer eşe nazaran daha az kusurlu veya kusursuz olması ve boşanma olayının ağırlıklı olarak diğer eşin kusurlu davranışından kaynaklanması gerekir. Eşit kusurlu olan eş yararına maddi tazminat takdir edilemez. (Kusur için bkz. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası I. kitap. Sh: 39 ve devamı)
Eşlerin süreklilik amacı ile kurdukları evliliğin sürdürülmesi çeşitli nedenlerle mümkün olmadığı zamanlarda boşanma kaçınılmaz olmaktadır. Bu yeni statü eşlerin ruhsal varlıklarında birtakım etkiler yarattığı gibi maddi varlıklarında da etkili olabilmektedir. (TMK. 174, 175, 179) İşte kanun koyucu boşanma ve kusursuz ya da diğer eşe nazaran daha az kusurlu eşin mal varlığında oluşan azalmaları karşılama yükümlülüğünü diğer eşe nazaran daha fazla kusurlu eşe yüklemiştir. Hakim zararın bu kurallar kapsamında kalıp kalmadığını takdir ve tayin ederken hükmün unsurlarını dikkate alacağı şüphesizdir. Bu bağlamda tazminatın kusura dayanan haksız fiil tazminatı olduğu kabul edilebilir. Kusurun hukuki ilişkinin taraflarından birinin, ilişkinin kendisine yükleyeceği yükümlülüklerine aykırı hareketi veya hukuka aykırı fiili olduğu şüphelidir. Böyle olunca Türk Borçlar Kanunu’nunda düzenlenen tazminatın dışında Türk Medeni Kanunun 174. maddede yer alan düzenlemenin özel bir düzenleme olduğu (Mahiyetleri gereği yekdiğerinden farklıdır.), bu hükmün kifayet etmediği halde genel hüküm niteliğinde olan Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
Maddi olayın sağlıklı bir çözüme götürülmesi için, kusur unsurunun kapsam ve ağırlığının açıklığa kavuşturulması gerekir. Önemli olan boşanmayı sağlayan, boşanmaya neden olan tarafın kusurudur. Diğer tarafın boşanmayı sağlamayan hafif kusuru ödence verilmesini önlemez, ancak ödencenin miktarının tayininde gözönünde bulundurulur. (Bakınız: Doç Dr. Bilge Özcan, Aile Hukuku, 1979, Sh. 299; Prof. Dr. F. N. Feyzioğlu, Aile Hukuku, 1986, Sh. 404-405; Prof. Dr. T. Akıntürk, Aile Hukuku, 1975, Sh. 232; H. Velidedeoğlu, Aile Hukuku, 1965, Sh. 259-260; Dr. S.S. Tekinay, Türk Aile Hukuku, Altıncı bası, 1986, Sh. 268).

Bu konuda Federal Mahkeme daha da ileri bir adımla kocası tarafından yıllardır yalnızlığa terk edilen kimsesiz kadının sadakatsizliği halinde kocayı ödence vermekle yükümlü tutmuştur (Tekinay, Aile Hukuku, 1986, altıncı bası, Sh. 269’daki yollaması; BGE 98 II 161 JDT 1973 I 254). O halde yasanın amaçladığı kusursuzluğun mutlak anlamda kusursuzluk olarak değil, boşanmayı sağlamaya yeterli ağırlık taşımayan hafif kusur olarak değerlendirilmesi gerekir.
Kusurun belirlenmesinde sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için kural olarak şu yol izlenmelidir; öncelikle zararın oluştuğu alan içinde normal olarak yapılması gereken davranış ve çalışmalar; daha sonra da olay içinde, sorumlu olduğu iddia edilen kişinin gerçekleşen davranış ve tutumu (gerektiğinde bütün ayrıntılarıyla birlikte) tespit edilmelidir. Olması gerekenle gerçekleşen davranış ve tutum arasında bir fark varsa işte o zaman bir kusurun varlığından söz edilebilecektir. Kuşkusuz bir irade eksikliği şeklinde ortaya çıkan kusurun belirlenmesinde objektif ölçüler esas alınmalıdır. Başka bir anlatımla kusur (olayın özelliğinden kaynaklanabilecek istisnalar aynı kalmak üzere) objektifleştirilmelidir. Bu da aynı işi yapan orta düzeyde normal bir kişinin yapması gereken ve beklenen davranışına eşdeğerdedir.
Her ne kadar manevi tazminatın düzenlendiği TMK’nın 174/2 fıkrasında kusurlu olan tarafın diğer tarafa manevi tazminat ödeyeceği, başka bir değimle manevi tazminata hak kazanabilmek için talepte bulunan eşin kusursuz olması gerektiği sonucu çıkartılabilirse de (ne yazık ki bu hususta 1. fıkranın aksine manevi tazminat talep eden eş aleyhine bir durum var olmasına rağmen hiçbir neden gösterilmemiştir. Kanaatimizce kusurlu olan yerine 1. fıkradaki gibi kusursuz veya daha az kusurlu ibaresi yazımı unutulmuştur.) Yüksek Yargıtay’ın kusur hususundaki yerleşik uygulamaları maddi tazminattaki şekilde, yani talep eden eşin kusursuz veya diğerine nazaran daha az kusurlu olması yönündedir. Ama 2. fıkranın teknik olarak yorumundan talepte bulunan eşin boşanmaya neden olaylarda tamamen kusursuz olması şartı çıkmaktadır.
Boşanmaya neden olan olaylarda eşlerin eşit kusurlu olmaları halinde ise maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi gerekir.

Bu konuda hangi kusurlu davranışların diğerine nazaran daha ağır olduğu başka bir değimle boşanmaya neden olan olaylarda her iki eşin de kusurlarının bulunduğu hallerde bu kusurlu davranışların aynı ağırlıkta olup olmadıkları konusunda bir kriter ortaya koymak mümkün değildir. Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun görüşü de bu doğrultudadır. Kararlarda da belirtildiği üzere her somut olaya göre kusurların eşit mi yoksa diğer eşe nazaran daha ağır mı olduğu gerekçeleri belirtilmek şartıyla yerel mahkemece değerlendirilecek bir husustur. Ancak bir tarafta boşanmayı sağlamayacak ağırlıktaki kusurlu davranış yanında diğer eşin boşanmayı sağlamaya yeterli olan kusurlu davranışlarının varlığının ispatlanması halinde (Davacı eşin kocası hakkında “içki içiyor, eve yeterince bakmıyor” şeklindeki serzenişleri davacı koca yönünden boşanmayı sağlayacak ağırlıkta bir kusur olarak kabulü mümkün değildir… Kocanın, eşini 15 gün işinden kalacak derecede döğüp, kulak zarını zedelemesi ise pek fena muamele olgusunu oluşturmaktadır. O halde, boşanmada kusurlu olan eşin koca olgusunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Mahkemenin bu yönleri dikkate almaması tarafları eşit kusurlu kabul ederek davacının ödence isteğini red etmesi, bu nedenlerle doğru bulunmayacağı gibi vücut tamlığı dövülmek suretiyle zedelenen ve kişisel hakları bu şekilde saldırıya uğrayan eşe manevi ödence verilmemesi usul ve yasa hükümlerine aykırı bir kabuldür.) ise boşanmayı sağlamaya yeterli ağırlıktaki kusuru yeterli görerek kusursuz eş lehine talep edilmişse ve diğer şarları da oluşmuşsa tazminatlara hükmedilmek gerekecektir.
Kişilik haklarına saldırı teşkil eden olaylara örnek olarak; eşin diğerini ölümle tehdit etmesi eşin başkasıyla ilişki kurmak suretiyle sadakatsizliği, davalının aynı okulda öğretmen olan davacıya okulun öğretmenler odasında sen anlamazsın, bilmezsin şeklinde bağırırıp, çağırması eşiyle ilgili aşağılayıcı beyanlarda bulunmak eşine karşı şiddet uygulamak, hakaret etmek kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyen boşanmaya neden olan olaylara ören olarak da; kocanın (veya kadının) cinsel görevlerini yapamamış olması, boşanma sebebi kabul edilen kusurlu eşin bağımsız ev temin etmemesi ve ana babasının etkisinin altında bulunması, eşlerden birinin uzun yıllar iş bulmak için çaba sarfetmemesi, evin geçimine katkıda bulunmaması gösterilebilir.
Yukarıda belirtildiği gibi eşlerin boşanmaya neden olan olaylarda eşit kusurlu olmaları halinde maddi ve manevi tazminata hükmedilemez. Bu gibi olaylara örnek olarak; eşlerden birinin sadakatsizliği, diğerinin ise evlilik birliği sırasında, fiili ayrılık döneminde nişanlanıp, güvensarsıcı davranışlarda bulunması, davacının bağımsız ev temin etmeyerek “öldüreceğim, vuracağım” diye tehdit etmesi, evde birlikte kalan davacının annesine “davalıyı gelin olarak istemiyorum” demesi, davacının da annesinin sözünden çıkamayacağını söylemesi, davalının da davacının hastalığında ilgilenmemesi, davacıya ağır hakaretler etmesi, davacının bağımsız ve müstakil ev temin etmemesi, davalının da davacının annesiyle birlikte yaşamaları nedeniyle çıkan tartışmalarda davacıya hakaretlerde bulunması, eşlerden birinin uzun yıllar iş bulmak için çaba sarfetmemesi, evin geçimine katkıda bulunmaması, diğerinin ise eşine sürekli hakaretler etmesi davalının davacı kocasına manyak, deli diyerek hakaret edip, kayın validesini de tehdit etmesi ve dövmesi, davacının da karısını başkası ile ilişki kurmakla suçlayıp, bağımsız ev temin etmemesi, tarafların cinsel ilişkiden kaçınmaları, davacı-davalı kadının eşine, eşinin anne ve babasına hakaret edip, eşyalara zarar vermesi, buna karşılık kocanın da birlik görevlerini yerine getirmeyip, bağımsız ev temin etmemesi ve Türkiye`yi terkedip gitmesi, kocanın bağımsız müşterek konut teminine yanaşmamasına, annesi ile davalının devamlı kavga etmelerine neden olmasına karşın, kadının da kocanın annesine orospu ve bunun gibi ağır hakaretlerde bulunması, yine kocasına sen erkek misin, babam beni istediğime satar demesi, eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine karşı şiddet kullanmaları, davacının başka kadınla evlilik dışı yaşaması, davalı kadının ise başka bir erkekle nişanlanması, örnek olarak gösterilebilir.
Yüksek Yargıtay İçtihatları’na yansıyan her iki eşin de kusurlu olmalarına rağmen eylemlerden birinin diğerine nazaran daha ağır kusur olarak kabul edildiği olaylara örnek olarak; davacının (kocanın) bir başka kadınla ilişkiye girmesi ve bu ilişkisini devam ettirmesi, kadının da kocayı eve almayarak onu tırnaklaması eylemlerinde kusurun ağırlığının davacı kocada kocanın (davalının) eşini dövüp, ağır hakaretlerde bulunması, buna karşın kadınında bıçakla kocasının üzerine yürümesi eylemlerinde kusurun ağırlığının kocada davalı kadının yakınlarının eve gelmesi nedeni ile taraflar arasında çıkan tartışmada kadının şerefsiz demesi üzerine kocanın kadına ağır hakaretler etmesi eylemlerinde kusurun ağırlığının kocada davacı kadının beş seneden beri bir başkası ile karı koca gibi yaşaması, kocanın da evlilik birliğinin kendisine yüklediği görevleri yerine getirmemesi olaylarında kusurun ağırlığının davacıda (Kadında) olduğu gösterilebilir. Eşlerin boşanmaya neden olan kusurlu davranışlarının hangilerinin diğerine nazaran daha ağır olduğu hususunda kriter veya kriterler koymak mümkün değildir. Eşlerin kusurlu davaranışlarının hangisinin diğer eşin kusurlu davranışlarına nazaran daha ağır olduğu bilhassa toplumun geçerli değer yargıları, somut olayların özelliği ile tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre çözümlenecek bir husustur. 4- Boşanma yüzünden mevcut veya beklenen bir menfaatin (yararın) hukuka aykırı olarak zedelenmesi gerekir. İspat külfeti maddi tazminat talep eden eşe düşer. Gerekirse mahkemece bu konuda bilirkişiden rapor alınması yoluna da gidilmesi mümkündür. Yasa Koyucu zedelenen menfaatin neler olduğunu göstermemiştir. Maddi tazminata esas alınabilecek ve boşanma yüzünden haleldar olduğu ileri sürülen menfaatler, toplumun genel yapısı, ülke şartları ve yaşam gerçekleri göz önüne alınmak suretiyle ve herhalde evlilik birliğinin devam ettiği dönemde normal koşullar altında bir eşin diğer eşten yapmasını bekleyebileceği ölçüde makul, ciddi ve sürekli olmalıdır. Maddi tazminat belirlenirken de haleldar olduğu ifade edilen menfaatlerin varlığının kanıtlanması yanında, kusursuz veya diğer eşe nazaran daha az kusurlu eşin eğitim düzeyi, yaşı itibariyle evlenme şansını kaybetme oranı ve ileri sürülen isteğin başka bir yolla karşılanmasının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Talebin yeterince açık olmaması halinde talepte bulunandan 6100 sayılı HMK’nın 190. maddesi uyarınca gerekli açıklamanın yaptırılması, mevcut veya beklenen menfaatleri nedeni ile uğradığı veya uğrayacağı zararı hakkında bilgi alınması mevcut deliller, somut olayın özellikleri gözetilerek yukarıda çizilen genel çerçeve içerisinde değerlendirme yapılarak maddi tazminata hükmedilmelidir. Eşlere ait kanunla tayin edilen borçlar dahi, birbirleri için evlilik içinde mevcut menfaatlerini oluşturur. Yukarıda da belirtildiği üzere; tarafların evlilik birliği içinde devam eden vaziyetlerinin belirlenmesi, mevcut menfaatlerin belirlenmesi bakımından önem taşır. Eşlerin birbirlerine karşı kanunda gösterilen görevleri yerine getiriş biçimi olayın çözümüne etkilidir. Bu itibarla maddi tazminat talep eden eşin yararlandığı ve aleyhine tazminat talep edilen eşin sağladığı imkanların neler olduğu ortaya konmalıdır. Evlenme yüzünden işinden ayrılmak zorunda kaldığından bahisle yoksun kalınan kazanç ve sigortalılık durumu, takılar ile düğün masrafları, eşlerin ortak sahip oldukları otomobilin satışından kaynaklanan zarar, çeyiz eşyalarının aynen iadesi veya bedelinin tahsiline ilişkin talepler, işten ayrılma nedeniyle maddi tazminat talepleri, eşya ve ziynetlerle ilgili maddi tazminat talepleri TMK’nın 174/1. maddesi kapsamında değildir. Buna karşın aleyhine maddi tazminata hükmedilen eşin, maddi tazminat talep eden eşe evlilik sırasında sağladığı sosyal güvence ve imkanlar, bir yardım sandığı yararlarından yoksun kalma, karı koca arasındaki mal rejimlerinin erken sona erdirilmesi sebebiyle oradan beklenen yararlar boşanma sonucu, eşinin sigortasından yararlanarak ücretsiz muayene hakkının yitirilmesi ise TMK’nın 174/1. maddesi kapsamına girer. Kanunda tazminatın miktarı hakkında kesin bir açıklama yoktur. Uygun bir maddi tazminata hükmedilerken yukarıda belirtilen kriterlerle birlikte takdir edilen maddi tazminat (ödence) tarafların sosyal durumu mali imkanları ve yoksun kalınan, desteğin niteliği ile uyumlu bulunmalıdır. Bu itibarla maddi tazminat takdirinde Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesinde öngörülen hakkaniyet ilkesi de gözetilmelidir. Kanaatimce boşanmanın eki niteliğindeki maddi tazminatın üst sınırı destekten yoksun kalma tazminatın miktarıdır. Yani hiçbir suretle destekten yoksun kalma tazminatı miktarından fazlaya karar verilmemelidir.

2- MANEVİ TAZMİNAT TALEP VE DAVASI

2.1- GENEL OLARAK MANEVİ TAZMİNATIN NİTELİĞİ VE AMACI Kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat isteminin temel yasal dayanağı TMK’nın 25 ve TBK’nın 58. maddeleridir. Boşanmanın eki niteliğindeki manevi tazminat davası ise kişilik hakları boşanma nedeniyle zedelenen eş aleyhine bozulan manevi dengenin giderilmesini amaçlayan TMK’nın 25 ve TBK’nın 58. maddeleriyle benimsenen ilkelerle paralellik arz eden özel bir giderim biçimidir. Yalın boşanma manevi ödence için yeterli bir neden değildir.
Manevi zarar, kişinin kişisel çıkarlarında (haklarında) uğradığı bir eksilmedir. Manevi tazminat malvarlığı dışındaki hukuksal değerlere, kişilik haklarına yapılan saldırılar ile meydana getirilen üzüntünün giderilmesi karşılığı olup, amacı ise çekilen acıları yeterince dindirmek, kırılan yaşama arzusunu tazelemek, yaşamaya yeniden bağlamak, ruhsal dengeyi yeniden sağlamaktır. Manevi tazminat, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi ve kişinin duygusal olarak tatmin edilmesini amaç edinen ve kanunun öngördüğü bir telafi şekli olup bir bakıma, haksızlığa uğrayan insanın kızgınlık hislerini dindirmek aracıdır.
Özel durumlar dışında kişilik haklarına saldırıdan doğan manevi tazminatın kaynağı Medeni Kanunun 24 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. ve bedensel zarar ve öldürme eylemlerine özgü olarak da TBK. 67. maddeleridir. Talep, özel hükümlere giriyorsa o özel hükümlere göre davanın değerlendirilip sonuçlandırılması gerekir. Örneğin inceleme konumuza giren boşanmanın ferisi olan manevi tazminat talebinde TMK.174. maddesi, nişanın bozulmasından doğan manevi tazminatla ilgili olarak TMK.121. maddesi uyarınca özel düzenleme doğrultusunda manevi tazminatlar değerlendirilecektir.
Manevi zarar sorunu, zararın değerlendirilmesi ve giderilmesi yönlerinden özelliği ve büyük güçlükleri olan bir sorundur. Özellik ve güçlük insanın manevi varlığına yapılan saldırıların tahriplerini ölçüye vurmaktaki ve manevi kayıpların telafi kabul etmez niteliğindedir. Paranın manevi zararları karşılamak üzere kullanılabilmesi, hiçbir zaman manevi kaybı geri getirip yerine koyduğu ya da manevi varlığın bir bölümünün onunla değiştirildiği (mübadele edildiği) anlamını taşımaz. Paranın bu alanda gördüğü iş, kişilik hakları ve yararları zedelenen kişinin, duyduğu ağır manevi acıyı bir dereceye kadar yumuşatıp yatıştırmaktan; bozulan manevi dengeyi onarıp düzeltmekten, bir teselli, bir avunma, bir ruhi tatmin amacı olmaktan ibarettir.
Esasen manevi tazminat ne bir ceza, ne de gerçek anlamda bir tazminattır. 22.6.1966 günlü ve 7/7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde belirtildiği gibi ceza değildir; çünkü davacının yararı düşünülmeksizin sorumlu olana, hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını amaç edinmediği içinde gerçek anlamda bir tazminat sayılamaz. Manevi tazminat, yukarıda da belirtildiği veçhile mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu doğurmalıdır. Manevi tazminata temel olan ana düşünce budur. 2.2- MANEVİ TAZMİNATIN BÖLÜNMEZLİĞİ KURALI Hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen acı ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması, kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Manevi tazminat bölünemez. Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu doğrultudadır. 2.3- BOŞANMANIN EKİ NİTELİĞİNDEKİ MANEVİ TAZMİNATIN ŞARTLARI 1-Yukarıda maddi tazminatın ilk üç şartı manevi tazminat talepleri için de aynen geçerlidir ve gereksiz tekrar olacağından bunu belirtmekle yetiniyoruz. 2- Manevi tazminata hükmedilebilmesinin diğer ve en önemli şartı ise boşanmaya neden olan olaylardan dolayı kusursuz veya diğer eşe nazaran daha az kusurlu olan eşin kişilik haklarına saldırıda bulunulmuş olmasıdır. Bu itibarla öncelikle kişilik hakları kavramı üzerinde açıklama yapmak gerekmeketedir. KİŞİLİK HAKLARI VE NİTELİKLERİ
a. Kişilik Hakları Pozitif hukukumuzda kişilik haklarının bir tanımı yapılmamıştır. Zaten bu nitelikteki hakların yasada bir tanımlamasını yapmak onların sınırlandırılması sonucunu doğurur ki, bir tanımlamasının yapılmamış olmasını uygun bir sonuç olarak görmek gerekir. Buna rağmen KİŞİLİK HAKLARI; “Kişinin doğumla kazandığı, kendisinin dahi vazgeçemeyeceği, ancak daha üstün bir hakkın varlığı gerekçesi ile kanunla ve özüne dokunulmadan sınırlandırılabilecek, herkese karşı ileri sürebileceği kendi hür ve bağımsız bütünlüğünü oluşturan, insanlığın gelişimine paralel olarak genişlemeye elverişli, kişiliğine sıkıca bağlı maddi, manevi, mesleki ve ekonomik değerlerinin (kişisel değerler) tümüdür” şeklinde tanımlanabilir. Kısaca kişilik hakları, kişinin hak ve fiil ehliyetleri ile temel hak ve hürriyetlerinin bütünüdür.
b. Kişilik Haklarının Nitelikleri Kişilik hakları yukarıda bahsedildiği üzere hak ve fiil ehliyetleri ile kişinin temel hak ve hürriyetlerinin bütünüdür. Kişinin temel hak ve hürriyetleri genel olarak Anayasamızın Temel Haklar ve Ödevler başlığı altında 12-40. maddeleri arasında belirtilmiştir. Bu maddelerden de anlaşılacağı üzere; Kişilik hakları dokunulmaz, devredilemez, kişinin kişiliğine bağlı, vazgeçilemez, doğumla kendiliğinden kazanılan ve herkesin eşit olarak sahip olduğu kişisel değerleridir. Kişilik hakları özlerine dokunulmaksızın, Anayasada belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Kişilik haklarının, nitelikleri de gözönünde tutularak savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağı kabul edilmiştir. (Anayasa mad. 13, 15)
1. Kişilik hakları doğumla kendiliğinden kazanılan mutlak bir haktır.50 Gerçek kişiler için bu hak sağ olarak doğumla, tüzel kişiler için ise özel kanunlardaki düzenlemeler uyarınca belirlenen usul ve esaslar dahilinde kişilik kazanılması ile başlar, gerçek kişinin ölümü tüzel kişilerin ise yine kanunda belirtilen usul ve esaslar dahilinde kişiliğin sona ermesi ile ortadan kalkar.
Kişi, kişilik hakkının tanınmasını ve ona saygı gösterilmesini “kişisel değerlerde bir ayırım yapmaksızın” herkese karşı ileri sürebilir.
2. Kişilik hakları başkasına devredilemez. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğundan ve ölümle sona erdiğinden ölümden sonra mirasçılara da geçmez. Ancak TMK. 25/4. maddesindeki şartların varlığı halinde kişilik haklarından doğacak parasal sonuçlar mirasçılara geçer. Manevi tazminat isteme hakkı, kural olarak zarar görene ait bir haktır. Ancak zarar gören ölmeden önce dava açmış veya dava açma iradesini izhar etmiş ise, manevi tazminat isteme hakkı mirasçılarına intikal eder. Mirasçılar açılmış davaya devam edebilirler veya dava henüz ikame edilmemiş ise, bizzat dava açabilirler.
3. Kişilik hakları, sahibi olan kişinin dahi vazgeçemeyeceği haklardır ve kanuna ya da ahlaka aykırı şekilde sınırlanamaz. Kişi, kişilik haklarından vazgeçemez, ancak kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan tazminat haklarından vazgeçebilir. Başka bir anlatımla istisnaen kişilik haklarının içerdiği bazı kişisel varlıkların kullanılmasından feragat edilebilir.55 Bu konu, kişisel hakları saldırıya uğrayanın saldırıya rıza göstermesi konusunda ayrıca incelenmiştir.
4. Kişilik hakları kişinin hür ve bağımsız varlığının tümünü oluşturduğundan56 buna yönelen her türlü saldırı kural olarak hukuka aykırıdır. Ancak daha üstün özel ya da kamusal yarar ile kanunlardaki istisnai durumlarda saldırı hukuka uygun kabul edilebilir. Bu konu hukuka uygunluk ana başlığı altında ayrıca işlenmiştir.
5. Kişilik hakları, kişi varlığı haklarındandır ve parayla ölçülemez. Kişilik haklarına haksız saldırıdan dolayı mağdur kişinin parasal zarara uğraması, kişilik hakkının parayla ölçülemezliği özelliğini ortadan kaldırmaz.
c- Kişilik Hakkının Konusuna Giren Kişisel Değerler ve Türleri
Gerek hukuk öğretisinde ve gerekse uygulamada kişilik hakkının konusuna girdiği belirtilen değerler göz önünde tutularak kişisel değerler;
- Maddi (Bedensel) Değerler (yaşam, beden tamlığı, sağlık) - Manevi Değerler (özgürlükler, onur, saygınlık, ad ve resim üzerindeki haklar, aile bütünlüğünün bozulması, sır çevresi v.s) - Mesleki ve Ekonomik Değerler (Mesleki onur, ekonomik özgürlük ve varlık, mesleki ve ticari gizlilik gibi) şeklinde üçe ayrılarak değerlendirmeye tabi tutulmaktadır.
1. Kişinin MADDİ (BEDENSEL) DEĞERLERİ kişinin bedensel ve ruhsal vücut bütünlüğüdür. Buna kişinin yaşam hakkı, bedeni-ruhi-asabi sağlığı girer.
2. Kişinin MANEVİ (DUYGUSAL) DEĞERLERİ kişinin toplum içindeki yeri, birlikte yaşadığı ailesi ve yakınlarının değer alanı içine giren haklardır. Bu haklar kişinin toplum içindeki şeref ve haysiyetini, kişinin özel yaşamını, bilimsel ve mesleki kimliğini, özgürlükleri gibi değerleri içerirler. Bu haklar kişinin vücut ve ruh bütünlüğünün yanında, bunun korunmasını, gelişmesini sağlayan duygu, düşünce, ruhi denge, inanç, toplum içindeki onuru, mensubu olduğu toplulukla olan gönül ve inanç bağlılığı gibi dış ve iç dünyasını oluşturan hakları da kapsarlar. Kişi ancak bu hakların varlığının diğer kişilerce kabulü ve bunların onlar tarafından korunmaya değer görülmesiyle toplum içinde değer kazanabilir ve gelişir.
Bu haklar kişinin bizzat kişiliğine bağlı olmayıp özellikle aile hukuku içinde yer alan değerlerdir.
3. Kişinin MESLEKİ VE EKONOMİK DEĞERLERİ; bir kişinin ekonomik varlığına sahip olma ve bu varlığı sürdürme özgürlüğü (ekonomik özgürlük ve varlık), belirli bir meslek ya da sanata sahip kişinin bu meslek ve san’atın gerektirdiği çevrede sahip olduğu onur ve o meslek ve san’atı yürütürken çevreye karşı kazandığı saygınlık (mesleki onur ve saygınlık), bir işletmenin, tacirin ya da meslek adamının iç işlerine ilişkin kayıt ve belgeleri, defterleri, hesapları, çalışma ve işletme yöntemlerine ilişkin teknik bilgilerle, üretim durumu ve müşterileriyle olan ilişkileri gibi özellikler (mesleki ve ticari gizler)’dir.
Kişisel değerlerin aynı zamanda kişinin temel haklarından olduğu kabul edilmiştir. (Anayasa md.17)
İşte koruma altında olan kişilik hakları yukarıda belirtilen haklardır. Mahkemece öncelikle saldırı konusunun kişisel hak (kişilik hakkı) olup olmadığı tespit edilecektir. Şahsın kişiliğini oluşturan bu değerler, Anayasamızın 19-36. maddeleri (kişi hürriyeti ve güvenliği, zorla çalıştırma yasağı, özel hayatın gizliliği ve korunması, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti, yerleşme ve seyahat hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, bilim ve sanat hürriyeti, basın hürriyeti, düzeltme ve cevap hakkı, dernek kurma hürriyeti, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, hak arama hürriyeti), TMK. 23, 24, 25. maddeleri, TBK.53, 54, 56, 57, 58. maddeleri ve ilgili özel kanunlarla korunmuştur.
Ancak kişisel değerleri yukarıda belirtilenlerle sınırlandırmak mümkün değildir. Yasa Koyucu bunların belirlenmesini yargıya bırakmıştır. Bunun tespitinde evrensel hukuk değerleri, teknoloji, bilim ve insan haklarının gelişimi, ülkemizin taraf olduğu sözleşmeler ve anayasamızın hükümleri bir bütün halinde değerlendirilmelidir. Kanun Koyucu da bu ilkeler ışığı altında kişisel hakları sınırlandırmamış, günün değişen şartlarına göre çerçevesini açık bırakmıştır. Ancak bazı özel düzenlemelerle kişisel değerler belirtilebilmektedir. Örneğin Fikir ve Sanat Eserleri Yasasının 86.maddesinde eser niteliğinde olmasalar bile kişinin resminin kişisel değer olduğu açıkça belirtilmiştir. Kanun koyucunun bu şekilde özel düzenleme yaparak yaptırıma bağladığı ve çerçevesini çizdiği durumlarda ise (isim gasbı gibi TMK. 26), nişanın bozulmasından dolayı kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın manevi tazminat hakkı (TMK. 121), boşanmaya neden olan olaylarda daha fazla kusurlu eşin diğer eşe vaki kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat isteme hakkı (TMK 174) v.b. özel hükümlerin uygulanması gerekecektir. (Ayrıntılı bilgi ve kişilik haklarına saldırı teşkil eden-etmeyen davranışlar için Bkz. Harun Bulut Kişilik Hakları ve Kişilik Haklarına Saldırıdan Kaynaklanan Hukuk Davaları İst. -Beta Yayınevi-2006 Sh: 20. vd. ayrıca yukarıda Sh: 17)
İşte manevi tazminata hükmedilebilmesi için boşanmaya neden olan olaylardan dolayı daha az kusurlu olan eşin kişilik haklarına saldırının varlığı gerekmektedir. 2.4. MANEVİ TAZMİNAT MİKTARININ SAPTANMASI VE GÖZ ÖNÜNDE TUTULACAK HUSUSLAR
Manevi tazminatın miktarı hususunda yasaya kesin ölçü konulmamıştır ve tazminatın doğasından gelme bir zorunlulukla takdir yetkisinin kullanılması bir hakimden diğer hakime göre değişkenlik göstermektedir.66 Ancak hakim, bu takdir hakkını kullanırken tamamen serbest değildir. Onu bağlayacak kuralların gözardı edilmemesi gerekir.
Hakim hak ve nesafetle hüküm vermek zorunluluğundadır. Bu kesin kural, Medeni Kanunun 4. maddesinde açıklık ve kesinlikle belirtilmiştir. Hakimin hak ve nesafetle hüküm vermesi de hukuk biliminden yararlanarak, genel olarak Türk toplumunun sosyal, ekonomik ve moral yapısını, özellikle de tarafların gerçek durumlarının gerektirdiği hak ve adalete uygun sonucu bulması demektir. Çünkü takdir hakkı objektif esaslara dayandığı takdirde ancak, kamuoyunda ve sosyal vicdanda hakkettiği güven ve inancı yarattır. Onun içindir ki; takdir edilecek manevi tazminat miktarı, felaketi, ya da haksız eylemi özlenir hale getirecek oranda veya mağdur için zenginleşme aracı olacak tutarda olmamak, başka bir deyimle diğer tarafın müzayaka haline düşmesine, onun mahvına meydan vermemek ve eylemle tazminat arasında makul ve muhik bir orantı bulunmak gerekir. Aksi halde hükmün kanunda yer alış amacı saptırılmış olur.
Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken, saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri, karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Hakim manevi tazminat miktarını tayin ederken ve özel hal ve şartları belirlerken TBK. 51 ve 53. maddelerindeki kuralları kıyasen (benzetme suretiyle) uygulamalıdır.
Manevi tazminata hükmedilirken hakkaniyet kurallarının (TMK.4, TBK. 50,51,52, 58) da dikkate alınması gerekir.
Kural olarak manevi tazminat, yalnız olay sırasında duyulan değil, bütün hayat boyu duyulacak ve çekilecek olan elem ve acıya karşılık olarak takdir edilen bir para olduğundan davacının saldırıdan dolayı uğradığı elem ve acıların gelecekte de devam edip etmeyeceği, paranın satın alma değeri, değer düşüklüğü manevi tazminatın belirlenmesinde göz önünde bulundurulmalıdır. Para ile karşılanması mümkün olmayan çekilen acı, üzüntü ve korkunun karşılığı olarak verilen sembolik nitelikteki parayla; kişinin, hukuki kişiliği ve kişilik hakkına duyulması gereken saygının tartışılır hale gelebileceği unutulmamalı, bu acı ve üzüntü kısmen de olsa telafi edilmek amacı ile bir tazminat ödenmesi ve takdir edilecek tazminatın da bu acı, ıstırap ve elemle orantılı ve adalete uygun olması gerekir.
Takdir edilecek tazminatın miktarının felaketi (olayı) özlenir hale getirmeyecek tutarda olması, zenginlik sağlayacak bir yekün teşkil etmemesi gerekir. Başka bir anlatımla, olayın özellik ve meydana geliş şekliyle toplumdaki etkileri ve benzeri faktörler gözetilerek, eylem ile tazminat miktarı arasında adil ve vicdanlara rahatsızlık vermeyecek bir oran bulunmalıdır. Aksi halde hükmün kanunda yer alış amacı saptırılmış olur.
Manevi tazminat, haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmelidir.
Boşanmaya esas alınan olaylar nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan eşin diğer eş aleyhine şikâyeti üzerine açılan ceza davasında kamu davasına müdahil olmuş ve manevi tazminat talep etmiş ise bu defa hukuk mahkemesi tarafından ceza davasının neticesi beklenmesi gerekir.

*Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Bulut- Kişilik Hakları ve Kişilik Haklarına Saldırıdan Kaynaklanan Hukuk Davaları. -Beta Yayınevi

Harun Bulut-Boşanmanın Eki Niteliğindeki Maddi Ve Manevi Tazminat Talep Veya Davaları

Bizi Arayın